26 Ekim 2018 Cuma


                                         YAŞANILAMAMIŞ  ÇOCUKLUKLAR                                                        
Çocukluğum orta hâlli bir şehrin orta hâlli sayılabilecek bir mahallesinde geçti. Mahallede birçok arkadaşım vardı. Onlarla birlikte mahallede top oynadık, apartmanların zillerine basıp kaçtık, dertlerimizi, üzüntülerimizi, sevinçlerimizi paylaştık. Birlikte çok güzel zamanlar geçirdik. Hiçbirimizin elinde son model telefonu ya da ayağında pahalı spor ayakkabısı yoktu ama hiçbirimiz halimizden şikayetçi değildik. Çünkü şunu biliyorduk ki sahip olduğumuz birçok değerli şey vardı şükretmemiz gereken. En azından barış içinde yaşadığımız bir ülke ve başımızı soktuğumuz sıcacık yuvalarımız vardı. Biz şanslı çocuklardık çünkü çocukluğumuz dünyada çocukluğun en dolu, en güzel geçirilebileceği yerlerden birinde geçti.
 Ne yazık ki Dünya’daki birçok çocuk benim kadar şanslı değil. Dünya’nın birçok bölgesinde, özellikle Orta Doğu’da, savaş, açlık, ölüm gibi hayatı birinci derecede etkileyen faktörler yüzünden çocuklar maalesef ya çocukluklarını tam yaşayamadan erken yaşta “büyüyorlar” ya da belki de daha Dünya’yı hiç tanıma fırsatı bulamadan küçücük bedenleriyle Dünya’ya veda ediyorlar.Yaklaşık 6 yıldır her gün haberlerde gördüğüm ama artık tepki vermemeye başladığım Suriye’deki savaş görüntüleri her ne kadar benim için bir rutin haline gelmişse bile bu savaş hâlen bir yerlerde masum çocukların çocukluğunu çalmaya devam ediyor. Savaş kimi çocukların annesini, babasını, kardeşlerini alıyor, kimi çocukları sakat bırakıyor, kimilerinin de hayatını elinden alıyor.Ülke olarak birçok fedakarlık yapıp binlerce Suriyeli çocuğu ülkemizde misafir ediyor olsak bile hâlen birçok çocuğun Suriye’de savaşın içinde yaşıyor olması beni çok rahatsız ediyor. Düşünsenize daha dünyayı yeni yeni tanıyan, sokaklarda top oynayan, tek gayesi eğlenmek olan “minik” insanların üstüne her gün yüzlerce bomba, binlerce mermi yağıyor. Çocuk bu, elbette savaşı, bombaları, mermileri bile bir oyun haline getirmesini bilir fakat anne, baba ya da kardeş ölümü gibi bir çocuğun dünyasında çok büyük yıkımlara yol açabilecek olaylar da bir çocuğun daha çocukluğunu tam yaşayamadan onu elinden alıp çocuğun erkenden “büyümesine” neden olabiliyor.
  Daha çocukluğunu tam olarak yaşayamadan bir anda kendisini savaşın tam ortasında bulan Anne Frank de erken yaşta “büyüyen” binlerce çocuktan yalnızca bir tanesi. Onun hayatını anlatan 1959 Hollanda yapımı “Anne Frank’in Günlüğü” filmini izlemeden önce daha önce de belirttiğim gibi savaş benim için her gün haberlerde gördüğüm görüntüleri izlemekten ibaretti. Savaş, savaşın olduğu bir ülkede hayatını devam ettirmeye çalışmak, bugün birlikte koştuğun, oyunlar oynadığın, yanında huzur bulduğun insanların yarın öbür gün kör bir kurşuna kurban gitmeyeceğinin ya da rastgele atılan bir bombayla parçalara ayrılmayacağının garantisini verememek benim çocukluğumun dünyasında olan şeyler değildi. Bu nedenle, filmi izledikten sonra Anne Frank’in yaşadıklarını sindirebilmek benim için  hiç kolay olmadı. Günlerce kendimi Anne Frank’in yerine koyup onun yaşadıklarını hissetmeye çalıştım ama onun yaşadığı şeyler bana o kadar yabancıydı ki... Hani derler ya “Anlatılmaz, yaşanır.” diye, işte savaş da böyle bir şey olmalı, sadece yaşayanın anlayabileceği bir şey.
Maalesef çocukluğunu yaşayamayan insanlar sadece Anne Frank’le sınırlı değil. Hâlen dünyanın dört bir tarafında binlerce “Anne Frank” var. Sırf dini, dili, ırkı ya da rengi farklı olduğu için  dövülen, sakat bırakılan, toplama kamplarında ölüme terk edilen binlerce Anne Frank...Bu insanların çocukluğunu onlardan çalanlar uzaylı ya da evrenin başka bir yerinden gelen yaratıklar değil, onlar da bizler gibi iki gözü, iki kulağı, ağzı olan birer insan. Dünya tüm çocukların harika bir çocukluk geçirmesini sağlayacak bir güce sahip fakat onlardan çocukluğunu çalanlardaki öfke, kin, aç gözlülük var olduğu sürece aynı şekilde Anne Frank’ler de var olmaya devam edecek.
Özetlemek gerekirse, Dünya, içinde bulunan tüm insanların çocukluğunu yaşayabilmesi için gereken her şeye sahip muazzam bir gezegen; yeter ki öfkemizi, hırslarımızı, açgözlülüklerimizi bir kenara bırakıp bir insanın sahip olabileceği en değerli hazinelerden biri olan çocukluğu onlardan çalmayalım. Yeter ki bir karış toprak uğruna binlerce çocuğun gülümsemesini onların elinden almayalım. Umarım Dünya’daki her çocuk tıpkı benim gibi çocukluğunu rahatça, eğlenerek, barış içinde yaşar.Yazımı Anne Frank’ in toplama kampında ölmeden 2 ay önce günlüğüne yazdığı şu sözlerle bitirmek istiyorum:”Herkes uyumadan önce her gece o gün başından geçen olayları bir sıradan geçirip hangilerinin yanlış olduğunu düşünseydi kim bilir dünya ne kadar daha güzel, daha yaşanası bir yer olurdu.”(Frank 75).
Mehmet Akif Sabuncu
KAYNAKLAR
Frank, Anne. Anne Frank’in Hatıra Defteri*Amsterdam. Epsilon Yayınları, 2015. Baskı.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder